Çocuklarımız neden mutsuz, yorgun, isteksiz ve tembel? Niye üç beş günde bir boğazları şişip duruyor, kulakları akıyor? Neden hafta geçmeden ateşleri çıkıyor? Çocuk şişmanlığı sorunu niçin yaygınlaşıyor? Bu olumsuz gelişmelerin arkasında öncelikle beslenme yanlışlarının olduğundan emin olabilirsiniz.
SÖZÜ fazla uzatmaya gerek yok! Çocuklarımız kötü besleniyor. İhtiyaçları olan şeyleri değil, zararlı yiyecek içecekleri tüketiyor. Hatta o zararlılardan bazılarının bağımlısı haline geldiler. Sizi üzmek istemem ama onları fast food yiyeceklere, cipslere, grissini, gofret ve şekerlemelere çoktan kaptırdık. Çoğunun karınları acıkınca etli nohudu, pastırmalı kuru fasulyeyi, yumurtalı ıspanağı, yoğurtlu baklayı, peynirli, kıymalı suböreğini veya ceviz, badem, pestil, elma kurusunu akıllarına bile getirmediğinden emin olabilirsiniz.
Beslenme konusundaki yanlışlarımız evlerde başlıyor, okullarda devam ediyor. Şimdiki anne babaların vakitleri o kadar sınırlı ki, çoğunun çocukların ne yiyip içtiğinden haberleri bile yok. Ali’nin, Ayşe’nin, Fatma’nın, Mehmet’in ne yiyip içeceğine eskiden anneler, hiç olmazsa nineler karar verirdi. Şimdi Melis’in ne yiyeceği, Mert’in ne içeceğine evde çalışan Ayşe ablalar, Fatma teyzeler ya da kendileri karar veriyor. Biraz canınızı sıksa bile durum maalesef böyle...
Okullar sınıfta kaldı
Sağlıklı beslenmenin okul bölümüne gelince… Beslenme konusunda okulların da sınıfta kaldığı kesindir. Birkaç istisna dışında okullarda beslenme konusuna gerekli özen gösterilmiyor. Öğle yemeği mönülerini kim hazırlıyor, kim kontrol ediyor, yemekler nerede, nasıl pişiriliyor, taşınıyor, servis ediliyor belli değil. Hijyenik kontroller yetersiz. Okul kantinleri tıka basa sağlığa zararlı yiyeceklerle dolu. Ders programlarında beslenmeye ayrılan zaman dilimi dakikalarla sınırlı. Kurbağanın sindirim sistemini sınav sorusu yapan eğitim sistemimiz, çocuklara proteinin, karbonhidratın, yağın ne olduğunu öğretmeye gerek duymuyor.
Oysa aklımıza estikçe yağıp gürlemeyi pek güzel biliyoruz. “Geleceğimizin güvencesi sağlıklı ve formda büyüyüp gelişen çocuklardır!” nutuklarını çok iyi atıyoruz. Ne ki bu konuda da lafla peynir gemisi yürümüyor, yürümeyecek…
Savaşı kaybederiz
Oysa yaş kırkı geçince, “neden bazı insanlar daha erken şeker hastası oluyor, kansere, hipertansiyona yakalanıyor, kalp krizi felç geçiriyor?” sorusunun yanıtı her şeyden önce beslenme ile ilgili. Beslenme sorununu çözmedikçe ne “diyabeti önleme,” ne “kanseri yenme,” ne “hipertansiyonu kontrol altına alma,” ne de “obezite savaşını kazanma” şansımız var. Hayal kurmaktan, kendimizi kandırmaktan, sloganların arkasına saklanmaktan vazgeçelim.
Sağlığı korumanın tedavi etmekten daha kolay, ucuz, etkili ve kalıcı olduğuna inanıyorsak -ki bundan hiçbirimiz kuşku duymuyoruz- “çocuk ve gençlerin sağlıklı beslenmesi” problemini masaya yatırmak zorundayız. Onlara doğru beslenme alışkanlıklarını kazandırmak, geleneksel sofra kültürümüzü yeniden hayata geçirmek mecburiyetindeyiz. Kısacası onların ne yiyip içtiklerine kafayı takmalı, bu konuyu bir “iş” haline getirmeliyiz. Zararlı yiyecek içeceklere kaptırdığımız çocuklarımızı yeniden yoğurtla, ayranla, pestille, bademle, bulgur pilavı, kıymalı bezelye, ev yapımı sütlaç, muhallebi, domates, salatalık, havuç, portakal, nar suyuyla tanıştırmak için bir saniye bile kaybetmemeliyiz.
İşbirliği şart
Çabalarımız bunlarla da sınırlı kalmamalı. Okulda ne yiyip içtiklerine okul yönetimleriyle el ele verip el koymalıyız. Zararlı, kirli, yanlış olduğundan kuşkulandığımız yiyecek içeceklerden uzak tutmalıyız. Kısacası bilgilenmeli, ilgilenmeli, harekete geçmeliyiz.
Çocuklar neofobiktir
Çocukların neofobik olduklarını, aynı şeyleri yemekten daha çok hoşlandıklarını ve yeni bir besine pek de hoş bakmadıklarını unutmayın. Onların sizin zannettiğiniz gibi, “maymun iştahlı ufaklıklar” olduğunu sanmayın. Yeni ve farklı yiyeceklere direnç gösterirler. Ağız tatlarına uyan eski yiyecekleri tekrar yeme konusunda ısrarlıdırlar. Yeni bir besini onlara faydasını veya önemini anlatmadan, hoşlarına gidecek şekil, lezzet ve tarzlara sokmadan zorla yedirmeye kalkmayın. Çocuklarda yeni bir yiyeceği denerken o besini yemeğin sonunda değil, başında, yani en aç oldukları zamanda tattırmaya gayret gösterin. Birden bire büyük bir parça tüketmesinde ısrarcı olmayın. Denemesine fırsat tanıyın. Aynı besini farklı şekillerde sunmak, farklı lezzetlerle, soslarla tadına bakmasını sağlamak da, yani deneyimler yapmasına izin vermek de etkili bir yoldur.
Yemekleri birlikte pişirin
Çocukların kendi yaptıkları yiyeceklere, özellikle hazırlanmasına, pişirilmesine
ettikleri besinlere ilgileri daha fazladır. Mutfak işlerine onları da dâhil edin. Mükemmel birer yardımcı olmasalar da mesela meyvelerinizi yıkayabilirler. Bazı küçük parçaları (yanlış veya doğru) onlar hazırlayabilirler. Ekmeği sepete onlar koyabilirler. Alışverişe de onlarla çıkabilirisiniz. Pazarların, manavların, marketlerin, alışveriş merkezlerinin en az mutfak kadar etkili bir eğitim yeri olabileceklerini aklınızdan çıkarmayın.
Etiket hafiyesi olun
Bir grup sorumlu insan çıkmış, “Fikir sahibi damaklar” sloganının şemsiyesinin altında doğru beslenmemiz için bir uyarı süreci oluşturmuşlar. Diyorlar ki: “Ben bir etiket hafiyesiyim. Çantamdan büyütecimi ayırmam! En gerçek havucu da yemiş olsam okunmuyor bu etiketler. Okunmasınlar diye yapılmışlar sanki. Seçebilmek için ne yiyeceğimi, büyütecimi tutar, önce okurum. Anlamadığım, içime sinmeyene dokunmam. Ne ben yerim, ne de yediririm. Gıdamı satın alırken ‘nereden, kimin’ diye bakarım. Memleketimin meyvesini, sebzesini tercih ederim. Ne kadar yakından geliyorsa o kadar tazedir, bunu beşikteki çocuk bile bilir! Her şeyin mevsimi var. Patlıcanı yazın, karnabaharı kışın pişiririm. Hem doğal yerim, hem de ucuz..”
Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU